Varlık Bilimi ve Lisan Kelepçesi
- Arda Koçaş (Kamalanath)
- 13 May 2016
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Ağu 2022
Bugün size, Varlık Bilimi ile ilgili bilgilerin aktarımının ne kadar zor olabileceğini; bilincin, lisan aracılığı ile nasıl kapana kıstırılmış olduğunu, iletişim amacı ile oluşturulan dilin, çeşitli sebeplerden ötürü nasıl cehalette kalmaya sebep olan bir yapı olabileceğini göstermeye çalışacağım. Fakat bunun için öncelikle dilin genel yapısına ve kullanım amacına bir göz atmamız gerekir. Dilin kullanımının ana amacı ifadedir. Kendini, kavramları, bilgiyi, duyguları, düşünceleri ifade edebilme isteğidir. Fakat dil artık sadece bir araç olmanın ötesine geçmiştir. Yani sadece insanın içindeki bir kavrayışı anlatmak için kullandığı bir sistem olmaktan çıkmış, düşünce sürecinin aktif bir parçası haline gelmiştir. Tarihte, insanlığın dili ilk kez kullanmaya başladığı dönemlerde bu durum daha farklıydı. Bu durumun bir benzeri olarak, insanların bebeklik ve çocukluk dönemlerini örnek gösterebiliriz. Her iki dönemde de birey ifade etmek istediği yapıya en yakın dilsel öğeleri bulmak için efor sarfeder ve sonra bunu ifade yolunu seçerdi. İçerideki ifadenin ilk formu imaj, ses yansıması veya kavramsal enerji formları şeklindeydi. İfade edilmek istenen şey ile ifadenin kendisi ardışık ve ayrı idi. Fakat bu durum ilerleyen dönemlerde öyle bir hale dönüşmüştür ki, lisan düşünce sürecinin aktif yaratıcısı konumuna gelmiştir. Yani birçok zaman ifade edilen şey, ifade başlamadan önce belirgin bile değildir. Zihinde, dilsel öğelerin yardımıyla o an oluşturulmaktadır. Artık lineer, ardışık bir düşünme ve ifade süreci değil, tamamen iç içe geçmiş bir yapı haline gelmiştir. Dil aynı zamanda gelişimin, ilerlemenin, sosyalleşmenin, toplum olmanın ana etkenlerinden birisidir. Dil olmasaydı etrafımızda gördüğümüz hiçbir ilişki, hiçbir sosyal bağ ve toplumsal öğe bugünkü durumunda olmazdı.
Dünya üzerinde çok sayıda farklı topluluk ve birçok farklı dil vardır. İnsanlık farklı coğrafyalarda, kendine özgü ilgi ve ihtiyaçlarına, sosyal özelliklerine ve toplumsal dinamiklerine göre birçok farklı dil geliştirmiştir. Bu yaratılan diller ve içlerindeki çeşitli öğeler, zaman içerisinde toplumsal gelişime ayak uydurarak, ya ölme noktasına gelmiş, ya da gelişim göstermiştir. Kullanılan hiçbir dil bundan yüz sene önceki yapısına sahip değildir. İnsan bilinci sürekli evrim halindedir ve dil de onunla birlikte gelişim göstermelidir. Aksi taktirde ihtiyaçlarını karşılamayacaktır.
İşte şu an en önemli noktanın üzerinde duruyoruz. ''İhtiyaç''... Bunu bir kenara koyalım. Lisanın çeşitli coğrafyalarda farklılık göstermesinin yanı sıra, aynı toplum içinde de farklı kullanımlarının olduğunu biliriz. Halk dili olarak kullanılan tabir buna bir örnektir. Yöresel dinamiklere ve ihtiyaçlara göre topluluklar farklı dilsel özellikler geliştirip kullanabilmektedirler. Bir de, belirli alanların kendilerine özgü kullandıkları diller vardır. Bilim bunlardan bir tanesidir. Bilim, kendi araştırma alanındaki çeşitli öğelere ve kavramlara çeşitli ifadeler getirmek durumundadır ki kendi içerisinde gelişim gösterip, ortak bir lisan geliştirebilsin. Aksi taktirde bilimsel gelişim ve paylaşım mümkün olamaz. Belirli bir süre içerisinde ise bu kullanılan yeni ifadeler, devletler ve toplumlar tarafından onaylanır, benimsenir ve yavaş yavaş genel kullanımdaki yerlerini alırlar. Bunların bir kısmı da hiçbir zaman bu geçişi yapamaz çünkü toplumsal kullanımda ifadesinin bir gerekliliği ya da önemi yoktur. Sadece sınırlı bir alan içerisinde kalır. İşte bir diğer önemli nokta da ''Sınırlı Alan''dır. İhtiyaç ve Sınırlı Alan Bizim burada, dilin etkisini incelediğimiz alan ''Varlık Bilgisi'' alanıdır.
Bilim dili konusunda değindiğimiz, toplum ve devlet tarafından kabul görme durumu, ''Varlık Bilgisi'' için aynı şekilde işlememektedir. Bunun ana sebepleri; ruhsallığın hala bir tabu olması, dogmatik yaklaşımların bağnaz bakış açılarını yaratması, çeşitli organizmaların kontrol arzularından dolayı bazı bilgilerin bastırılıp toplumsal kullanıma aksettirilmemesi ve insanların bu alanda kapalı ve önyargılı olmalarıdır. İşte bu dinamiklerin hepsi ''Varlık Bilimi'' alanındaki bu engin ve çok kıymetli bilgileri ''Sınırlı Alan'' içine hapseder. Yani tüm bu değerli bilgiler belirli mezheplerin, ruhsal grupların içerisinde hapsolmuş olur. Halbuki insanlık bu bilgilere açtır ve acilen ihtiyacı vardır.
Bugün tür olarak yüzleştiğimiz zorlukların ana sebeplerinden biri bu kapalılık ve tıkanmışlık halidir. Belirli bilgiler maalesef bu kapalı kapı ve pencerelere çarpmakta ve insanlığa yeteri kadar hizmet edememektedir. Bu kısır durum, bilimin kader planında değişmiş olduğu gibi değişmektedir fakat bu değişim çok daha farklı ve sessiz bir yol izlemektedir. Zamanında ifadeleri sebebiyle asılıp, yakılan bilim insanları bugün tapılan insanlara dönüştüğü gibi, ruhsal konular ile ilgili anlayışlarda da insanlık değişmekte , bağnaz yaklaşımlar ve kontrol amaçlı teşebbüsler yerini gerçeklere bırakmaktadır. Tüm bu olanlar bilincin tekamülü ile ilgilidir ve bunu durduracak herhangi bir organizma yoktur. Bilinç değişince herşey değişir. Varlık bilimi çok derin bir konudur. Binlerce senedir pratik edilen ve belirli kişilerce artık bir düşünce ya da fikir olmaktan çıkmış, bizzat deneyimin kendisi haline gelmiş ve kavramsal karşılıkları lisan olarak oluşturulmuş bir alandır. Fakat bu bilgiler toplumun kullanımına uzak bir konumda bulunmakta, insanlar çok kısır bazı kelimeler üzerinden ilahi olan hakkında konuşmaya çalışmakta ya da hiç konuşamamaktadırlar. Yani bir anlamda lisanın kelepçelerinde, cehalet içinde kalmışlardır. Geçmişte bu bilgilerin herkese verilmemesinin ve daha sınırlı bir alanda tutulmasının birçok haklı gerekçesi vardı fakat günümüzde bu şartlar birçok açıdan değişmiş ve artık talep eden insanlara hizmet edebilir durumdadır.
Geçen yazımda demiştim ki; ''Bilgi karanlığın içine nüfuz edip, bize görme ve seçme şansı verir. Bilinçli olarak seçim hakkına sahip olduğunu bilmek ise herşeyin anahtarıdır.'' Bilgiye sahip olmak için kavramların doğru karşılıklarının, dil olarak mevcut olması gerekmektedir. Aksi halde ruhsal yolculuk, insanlar tarafından bilgi kısırlığı içerisinde deneyimlenmeye çalışılacak, bu sebepten de birey, birçok sapkın fikir ve düşünceyi benimseyebilecek, gerçek ile hizada olmayan inanışlar geliştirebilecektir. Sınırlı alanın genişlemesi; belirli dinlerin, mezheplerin, grupların kullanımında olan bilgilerin toplum genelinde yayılması gerekmektedir. Varlık bilgisini insanlara tüm zengiliği ile aktarma zamanıdır. Aksi halde yozlaşmış anlayışlar, kısır deneyim, ve bilgi ile insan maddesel varoluşun içinde kaybolmaktadır. İnsan zihni, dışsal faktörler tarafından doğum anından itibaren konfigüre edilmeye başlar. Zamanla birçok gerçek dışı bilgi sebebiyle uyumsuz duygu ve düşünceler edinir ve ardından gerçek ile uyumsuz inançlar geliştirmeye başlar. Benlik belirli bir oranda kirlendiği noktada ise ruhsal körlük başlar ve içsel bilgi artık kendini gösteremez olur. Uyumsuz duygu ,düşünce ve inançlar ile işlenmiş olan benlik, artık kendi gerçekliğini yaratmış ve tüm bunlar ile kimlikleşmiştir. Belirli bir oranda kirlenen bir zihnin temizlenmesi ise bir süreç ister ve bu karanlığın içine nüfuz edecek olan gerçek bilgi ile olur. Gerçeğin ışığında birey yavaş yavaş tüm uyumsuz inançları dönüştürme ve kendiyle tekrar uyumlu hale gelme sürecine girer. Şimdi bu durumu, geçen yazılarımda kullanmış olduğum ve incelediğim bir kavram ile netleştirmeye çalışalım. Son konumuzun ana başlığı Hayat Amacı ve Dharma idi.
Dharma tabiki bizim dilimizde olan bir kelime değildir. Dharma kelimesi, içinde birçok anlayışı barındıran çok geniş bir kavramdır. Dharma kelimesini farkındalığınıza getirdiğiniz zaman, bir kelime olmanın çok ötesindedir. Kavramsal bir algı yaratır çünkü içinde birçok element bir araya gelmiştir.
Bu bir sağlık çantasına benzer: Siz, bir sağlık çantasının içerisinde size iyi gelebilecek birçok element bulabilir , bunları tek tek inceleyip üstünde çalışabilirsiniz. Fakat Dharma çantanın kendisidir. Onun kavramsal gücünü açıklayabilecek, tercüme edilmiş bir kelime yoktur. Dharma'nın bizim daha bahsetmediğimiz başka alt başlıkları da vardır. Kendi içinde tüm güç ve potansiyelini bardındırır fakat bu gücü belirli bir noktaya odaklayarak daha spesifik bir anlam yaratır. Örnek olarak; ''Sanatana Dharma'', hem ''Ebedi Dharma'' anlamına gelmektedir hem de Hinduizm'in farklı bir ifadesidir. ''Svadharma'' ise ''Bireysel Dharma''dır. Kişinin kendi Dharma'sını ifade etmek için kullanılır. Gördüğünüz gibi alt ayrımlar; hem kavramın içsel gücünü içinde barındırıp, hem de bu gücü belirli bir noktaya odaklayıp farklı bir ifade ve anlam yaratma özelliği göstermektedir. Dilimizde daha Dharma'nın bir karşılığı yokken bu alt başlıklardan nasıl bahsedebiliriz? Şimdi ise daha farklı özellikleri olan farklı bir kavramdan örnek verelim. Bu sefer bir karşılığı olan fakat karşılığının, hem yetersiz, hem de başka anlamlarda da kullanıldığı bir kavrama göz atıyoruz. Bu kavram ''Moksha''dır. Moksha; ruhun, samsara'dan ( ölüm ve yaşam döngüsü ) özgürleşmesi , dünyasal esaretlerin tümünden kurtulması anlamına gelmektedir. Bu kelime İngilizce'ye ''liberation'' olarak, Türkçe'ye ise ''kurtuluş'' olarak çevrilir. Gördüğünüz gibi net bir karşılığı bulunmamaktadır. Hem ''liberation'' kelimesi hem de ''kurtuluş'' kelimesi bu dillerde başka birçok anlamda kullanılabilmektedir. Türkçede ''kurtuluş'' kelimesini çok çeşitli şekilde kullanabiliriz:
Bir mahkumun hapishaneden ''kurtuluşu'', haksızlığa uğrayan birinin hakkında açılan bir davadan ''kurtuluşu'', bir ülkenin gerçekleştirmiş olduğu ''Kurtuluş Savaşı!' gibi vs... Halbuki Moksha'nın anlamı tektir ve ruhun, ölüm yaşam döngüsünden kurtulmasını, özgürlüğe ulaşmasını ifade eder. ''Moksha Savaşı'' şeklinde bir kullanımını göremessiniz! Farklı yönlerden ihtiyacı karşılanmayan bir başka kavramı daha açıp, örneklemeleri ve yazıyı sonlandırmak istiyorum. Bu kavram ''Shakti''dir. Shakti; geniş anlamı olan bir isimdir. Burada Shakti'ye detaylı olarak girmeyeceğim. Fakat genel hattıyla Varoluştaki; evrensel, yaratıcı ilahi dişil prensibi ifade eder. Biz bunu çeşitli şekillerde çevirebiliriz. ''Yaratıcı Güç'', ''Dişil Enerji'', ''İlahi Anne'' gibi... Fakat hepsi yetersizdir.
Aynı zamanda , Dharma kavramında olduğu gibi kendi içinde alt kullanımları da vardır.
Buna örnek olarak ''Avarana Shakti'' ve ''Vikshepa Shakti'' yi verebiliriz. Bu iki kavram basitçe, maddesel varoluşu ruhun deneyimleyebilmesi için, Mutlak olanın önüne bir sinema perdesi çeken ve bizim yaşam rüyasını görmemizi sağlayan enerjiler olduğunu ifade edebiliriz. Gözüktüğü üzere, içinde taşıdığı anlamı bambaşka bir alana çekip, yepyeni bir kavramsal algı yaratmaktadır. Biz daha Shakti kavramını tam olarak açıklayamazken, bu alanlara girip nasıl Varlık Bilimi alanını keşfedebiliriz? Gördüğünüz gibi düşünce sürecimiz lisan tarafından kelepçelenmiş durumdadır. Erişilebilecek ve bilgi sahibi olunabilecek topraklar, lisan prangası altında olup, insanlar tarafından ulaşılamaz durumdadır. Varlık Bilimi alanında, engin bilgilerin yer aldığı kaynaklardan biri Veda'lardır. Dünya üzerinde başka kaynaklarda olmakla birlikte Veda'lar bunların içerisinde en zengin, en kapsamlı ve en eski olanıdır.
Bu sayfalarda, yeri geldikçe bu zengin kaynaktan yararlanıp, sahip olduğu ışığı yolculuğumuz için kullanacağız.
Yorumlar