Beş Duyu Kapanı
- Arda Koçaş (Kamalanath)
- 30 Eyl 2016
- 6 dakikada okunur
Ruhsal yolculuğunu gerçekleştirenlerin en aşina olduğu konulardan birisi zihni kontrol altına almadır. Fakat bu artık yalnızca içsel yolculuğuna odaklananların ana konusu olmaktan çıkmış, insanların yaşam deneyimini sağlıklı devam ettirebilmesi için bir şart olduğu gerçeği genel olarak da kabul görmeye başlamıştır. Tabiki bu kontrolün belirli dereceleri vardır. Bir Yogi'nin zihin kontrolü yetisi ile, kendini çeşitli zihinsel girdaplardan koruyabilen bir şehir insanı arasında çok büyük bir fark vardır. Bu sebepten bahsedeceğimiz konunun çok derin; pratiği çok ciddi bir özveri, farkındalık ve irade gücü isteyen bir konu olduğunu bilmekte yarar vardır. Zihin kontrolü konusunda bugün inceleyeceğimiz, beş duyu organı ve zihnin duyu objeleri ile ilişkisidir. Burada zihnin duyu objeleri ile ilişkisi ifadesi önemlidir. ''Hayat Amacı ve Dharma 2'' yazımda bazı ifadelerde bulunmuştum: ''Günümüz toplumunda, insanlar olarak, mekanize olmuş bir ağın içerisinde sıkışmış haldeyiz. Arzularımızın motivasyonunda, beş duyu organımızın kontrolü altında hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Arzu - Elde Etme - Haz veya Arzu -Elde Edememe- Öfke dinamiklerinin altında seçimlerimizi ve tepkilerimizi tekrar ediyoruz.'' Şimdi bu ifadeleri biraz daha derinden inceleyelim. Zihin ile özdeşleşerek, yani tamamen zihni tarafından kontrol edilerek yaşayan kişilerin hayatları, arzularının ekseninde döner. Gerçekleştirdikleri tüm eylemler, ilk bakışta farkedilmese bile tamamen arzularının etrafında cereyan etmektedir. ''Ben'' ve ''benim'' algısının bu kadar yaygın olmasının, toplumun bencil ve egosal bir merkezden yaşamı deneyimlemesinin ana sebeplerinden biri budur. Zihin, mutluluğu ve bütünlüğü dışarıda arar. Bu sebepten dolayı aralıksız olarak duyu objeleri ile ilişki kurmaya çalışır. Tatmak istediğimiz yemek, işitmek istediğimiz sözcükler, dokunmak ve koklamak istediğimiz sevgili, izlemek istediğimiz bir film... vs. Bunun sonu yoktur. Zihin devamlı doyurulmak ister. Biz onu, arzulanan duyu objesi ile bir araya getirdikten kısa bir süre sonra ( ki bu genellikle saniyeler ile ölçülür) bir sonraki arzu objesi zihnimizde düşünce formu olarak belirmektedir. Böylece biz motoru hiç durmayan ve benzini hiç bitmeyen bir aracın arkasına iple bağlanmış gibi, arzudan arzuya sürüklenir, elde etme- haz yada elde edememe - öfke dinamikleri ile savrulur dururuz. Bu dinamiğin içerisinde, zihinde huzur ve dinginlik yoktur. Ardı arkası kesilmeyen dalgalanmalar vardır. Bu dalgalanmaların kuvvetine göre; yani doğan düşünce formlarının niteliğine, arzunun kuvvetine ve bu arzuya giden yoldaki engellere göre kişi kontrolsüzce savrulur. İşte bu hal içerisinde artık farkındalık yok olur. Tamamen zihin ile özdeşleşme mevcuttur ve kişi birçok uygunsuz davranışta bulunabilir. Çünkü artık denklemde ''ben'' algısı, '' arzu objeleri'' ve ''mücadele'' vardır. İşte bu üçlü denklemde neler olabileceğini konuşmaya pek gerek olduğunu sanmıyorum. İnsanlığa kollektif olarak veya bireysel olarak baktığımız zaman sonuçlarını açıkça görebiliyoruz. Arzulayan zihin bir silahtır ve hedef arzu objesidir. Objeye ulaşmak için yol alan kurşun, engel tanımaz ve her türlü zararı verebilir. Kaynaktan kontrolsüzce çıkar ve hayatın inceliklerini, insani erdemleri hiçe sayar.
Fakat zihnin bireye ve etrafına zarar vermesi için çok yoğun arzulara ihtiyacı yoktur. Çok süptil arzular ile donanmış bir zihin bile bireyin tüm hayatını zindana çevirebilir. Zihni duyu objeleri ile bir araya getiren araç beş duyu organımızdır. İşte bu yüzden beş duyu organını anlamak ve kontrolünü ele almak çok önemlidir. Bunun için öncelikle beş duyu organını ve işlevlerini iyi algılamak ve sonra onları doğru kullanma ve kontrol etme yollarını öğrenmemiz gerekir. İşte bu, Yoga'nın temel alanlarından biridir. Her ne kadar batı toplumunda ayağı kafaya değdirmek veya başın üstünde havaya kalkmak Yoga olarak görülüyor olsa da. Öncelikle beş duyu organının temel işlevlerini anlamamız gerekmektedir. Yani neden bize beş duyu organı bahşedilmiştir? Çeşitli görüntülerden keyif almak, çeşitli tatları almak yada dokunarak zevk elde emek bu sorunun cevabı değildir. Öncelikle beş duyu organı;canlı varlığın, yaşam deneyimini gerçekleştirebilmesi için etrafındaki gerçeklikle etkileşime girip, onunla uyum içinde yaşayabilmesi için sahip olduğu araçlardır.
Etrafımızda gördüğümüz herşey belirli niteliklere sahiptir ve bu niteliklerin ölçüsünde bir enerji yayılımı yapar. Bu enerji yayılımı, içerisinde objenin çeşitli bilgilerini taşır. Beş duyu organı, bu enerji yayılımı ile belirli seviyelerden etkileşime girerek bireye belirli bilgiler sağlar. İşte tüm bu bilgiler üç boyutlu uzay alanına ( x,y,z - yükseklik, genişlik , derinlik ) yayılım gösterir ve biz etrafımızda bir gerçeklik deneyimleriz. İşte bu gerçekliği insan perspektifinden deneyimleyebilmemizi sağlayan şey beş duyu organımızdır. Dolayısıyla duyu organlarının birincil işlevi, bu üç boyutlu gerçeklik alanı ile ilgili bize yaşamsal durumumuzu devam ettirebilmemiz için gerekli bilgileri sunmaktır. Trafikte karşıdan karşıya geçerken görme duyusu ile; x,y,z alanında yaptığınız matematik göz organının birincil işlevidir.
Peki aynı şartlarda görme duyusu devre dışı kaldığı zaman işitme duyusu ne yapmaktadır? Kaç defa görmediğiniz bir aracı sadece yaklaşmakta olan moturunun sesinden, veya size ulaştırdığı korna sesinden farkedip kendinizi ona göre konumlandırdınız? Eminim birçok defa.
Peki doğada yaklaşmakta olan fırtına bulutlarını farkettiğimiz ana gidelim. Gözü devre dışı bıraktığımız zaman kulağımızla ve tenimizle hissettiğimiz soğuk ve gitgide kuvvetlenen rüzgarın sesi bize yaşamsal değerde bazı bilgileri iletmektedir.
Peki görme ve işitme duyularının yetersiz kalabildiği bir anda yaklaşmakta olduğumuz ateşin veya kızgın bir metalin bilgisini dokunma duyusundan almasaydık ne olurdu?
Peki hem görme, hem işitme, hem de dokunma duyularının yetersiz kaldığı bir duruma bırakalım.
Evin bir odasında otururken, bize mutfakta açık kalan gazın bilgisini ne verir?
Eğer koklama duyumuz olmasa bu durumdan yaşam fonksiyonlarımız sağlıklı birşekilde kurtulabilir miydik?
Peki tüm bu dört duyumuzunda yeterli bilgiyi sağlayamadığı bir durumda, mesela yemekte olduğumuz birşeyin bozulmuş olduğu bilgisini nasıl elde ederiz? Eğer tat duyumuz mevcut olmasa bu durumda ne yapabilirdik?
Görüldüğü üzere beş duyu organı birbirlerini tamamlayarak, sınırsız enerji yayılımı içerisinde bize objelerin mevcut durumu, konumu ve nitelikleri ile ilgili gerekli bilgileri sağlar ve biz bu şekilde yaşamsal durumumuzu muhafaza ederiz. Yani beş duyu organı, hayatta kalma dinamiği ile birincil dereceden birbirine bağlıdır. Görmenin şehvet duygularıyla bütünleştiği, tat almanın yemekten alınan zevk ile özdeşleştiği, dokunmanın cinsellik ile bir olduğu bir insan deneyiminde ne kadar farklı bir gerçekle yüzyüze kalıyoruz. Beş duyu organının ikincil ana görevi ise yaşam deneyimi zenginliğinin bilinç tarafından deneyimlenebilmesidir. Bilinç etrafındaki tüm enerji yayılımı ile etkileşime girerek kendini ve deneyimi keşfeder. Böylece kendini ve etrafı tanımaya başlar. Bu deneyimin ilk yarattığı etkilerden biri ''Ben'' ve ''Öteki'' ikililiğidir.
Kendimizi bir vadide ayakta dururken hayal edelim. Etrafımız dağlar ile çevrilmiş ve biraz ilerde akan nehrin tatlı sesi kulaklarımıza gelmektedir. Çeşitli hayvanlar nehir kenarında dolanırken, yukarıda geçmekte olan bir kuş sürüsünün sesi ile esmekte olan rüzgarın uğultusu birbirine karışmaktadır. Ayağımızın altında basmakta olduğumuz otların hışırtısı ve yumuşaklığı ve yukarıda hareket etmekte olan bulutların arasından ara ara kendini gösteren güneş yüzümüzü ısıtmaktadır. Beş duyu organı aracılığı ile zihin ve ego, dağlar ile arasındaki mesafeye bakıp ben buradayım, dağlar orada der. Nehri inceler, yapısını ve gücünü fark eder. Etraftaki hayvanlara ve onların değişik niteliklerine bakar. Yukarısı ve aşağısı vardır ve bu iki yönde elde edilen bilgiler altında yumuşak ve canlı bir zemin olduğunu , yukarıda ise ulaşılamayacak bir yerde hareket eden bulutları ve hepsinin çok ötesinde tüm dünyaya hayat ve ısı veren bir yıldızı keşfeder. Bu keşfin bilgileri beş duyu organı tarafından toplanarak beyine aktarılır. Beyine ulaşan elektrik sinyalleri ile dış realite holografik olarak bir deneyim halini alır. Böylece uzay ve zaman konumu bilgisi algılanmış olur. Zihin ve akıl, tüm bunların sonucunda ''Ben'' ve ''Ötekiler'' algısını yaratmaya başlar. Yani birey kendini diğer başka her şeyden ayrı olarak deneyimlemeye başlar. ''Deneyimlenen'' ve ''deneyimleyen'' ikililiği yaşanmaya başlar. Bu durum, canlı varlığın materyal dünyada yaşadığı ayrılık ve dualite deneyiminin ana sebeplerinden biridir. İşte yaşanan bu yanılsama ile zihin, kendisini mutlu etmek ve doyurmak için beş duyu organı aracılığı ile dışsal realiteye dönmeye başlar. Sınırsız enerji yayılımı içerisinde kendini mutlu etmek için arayışa, geçmiş zevk deneyimlerinin tekrarını yaşamak için arzulamaya başlar. Her şeyin ötesindeki gerçeği fark edemeyen ve bu dışsal realiteye şartlanmış olan zihin, dualitenin içerisinde her şeyi güzel ve çirkin, zevk verici yada acı verici olarak kodlamaya ve deneyimin belirli öğelerini itip, red etmeye, belirli öğelerini ise durmaksızın arzulamaya başlar. Kendi konfor alanını yaratması ve onun içinde mutluluk içerisinde olması ana amacı haline gelir. Zihin ile özdeşleşmiş olan bireyse artık Maya'nın ( İllüzyon Realite) dışına çıkamaz ve bu çok güçlü olan alanın hipnotik etkisinde zihnin peşinden sürüklenir hale gelir. İşte bu sebepten konfor alanlarını kırmak yogilerin kullandığı metotlardan birtanesidir. Zihnin arzularını kontrol altına alarak ve onu zorlayan şartlara mağruz bırakarak egoyu çatırdatmaya ve kırmaya başlar. Bu çatırdama ve kırılma anlarında içeriden başka bir kuvvetin doğuşu,başka bir gücün varlığı gözlemlenir. Tam ve bütün hissetmek için dışarıya bağımlı olarak yaşıyoruz. Mutlu ve huzurlu olmak için belirli bir sıcaklık aralığına ihtiyacımız var. Aşağısına indiğimiz zaman burası soğuk, biraz yukarısına çıkınca burası sıcak diye eleştiriyoruz. Isıtıcılarla yaşam alanımızı hep aynı sıcaklıkta tutmaya çalışıyor, bir bölgede şartlar istediğimiz gibi değilse hemen mutsuzluk deneyimleyip alanı terk etmek istiyoruz. Karnımız acıkınca belirli tatları arıyoruz. Masada o güzel, bu çirkin; şu yenir, bunu koklamam bile deyip herşeyi sınıflandırmaya başlıyoruz. İşitmek istediğimiz belirli sözcükler ve belirli sesler var. Belirli bir desibelin üstünde veya çeşitli seslerin varlığında mutsuzluğu deneyimliyor, orada bulunmak istemiyoruz.
Atma ise ( Öz Varlık, Ruh) tam ve bütündür. hiçbir zaman hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O sadece Sakshi'dir. (Tanıklık eden, tanıklık etme prensibi ) Bu tam, bütün ve mükemmel olma halini, ego ve zihin kılıfları dış realiteye bağımlı kılarak yüksek derece limitasyona maruz bırakır. Böylece diğer kılıflar tarafından Atma'nın deneyimi sınırlanır.
Ne zaman ki sıcak ve soğuk tarafından sınırlandırılmayız, ne zaman ki işittiğimiz sesler veya sözcükler bizim içsel huzurumuzu etkilemez, ne zaman ki tatlar arasında güzel ve çirkin diye ayrım yapmaz ve ilgisizlik alanında kalırız, işte o zaman tanıklık etmeye başlarız.
Ne zaman ki konfor alanlarının dışında tam ve bütün hissederiz, işte o zaman dışsal bir kabuğun çatırdama seslerini duymaya başlarız. İşte o an'larda ' Ben, şu an ve burada; tam ve bütünüm' deme haline yaklaşmaya başlarız. ( Gelecek yazıda bu bilgileri daha detaylandırıp, bu yolda takip edilecek bazı yöntemleri inceleyeceğiz)
Yorumlar