Duyular, Arzular ve Özgürleşme
- Arda Koçaş (Kamalanath)
- 6 Eki 2016
- 9 dakikada okunur
Geçen yazımda özetle, beş duyu organının işlevleri, duyu objeleri ile nasıl ilişkiye girdiği ve zihnin tüm bunlarla olan ilgisi hakkında konuştuk.
Bunu yapmamdaki amaç; konunun genel bir anlayışını vermek ve içerideki dinamiği biraz gözler önüne serebilmek idi. Bunu yaparken ise en çok değindiğim şey, beş duyu organının ana işlevleri konusu oldu ve bunu çeşitli örneklendirmeler ve canlandırmalar ile yaptım. Aynı zamanda zihnin duyu objeleri ile bağlantı kurma şeklinden ve bunun sonucunda bilinci öz gerçekten nasıl uzaklaştırdığından bahsettim.
Birşeyin yanlış kullanıldığını farketmemiz için önce onun doğru kullanımını görmemiz gerekir. İnsanlığın binlerce yıldır çektiği acının başlıca sebeplerinden birisi budur. İnsan önce deneyimleyerek neyi yapmaması gerektiğini, ardından neyi yapması gerektiğini öğrenir ve bu dinamik, biri doğru kullanımı örneklemez ise uzun süreler alabilmektedir. Hayatında hiç alet kutusu görmemiş, ıssız bir yerde yetişmiş biri; eline tornavidayı alıp bahçede toprağı eşelemeye, pense ile yemeğin suyunu karıştırmaya, lehim teline çamaşır asmaya çalışabilir ki, bebeklerin de genel olarak uyguladığı sistem budur. Birinin gelip bu araçların gerçek işlevlerini göstermesi gerekir ki doğru olanı yapabilsin. Bunun ana sebebi cehalet ve bilgi eksikliğidir.
Fakat konu duyu organlarının işlevleri ve onların yanlış kullanımı olduğu zaman, kaynak sebep bundan çok daha fazlasıdır. Evet cehalet gene söz konusudur çünkü insan varlığı aklını kullanmadan rahatlıkla hareket edebilmekte, içinde olduğu döngüleri ve olguları sorgulamadan uzun bir süre aynı yolu seçebilmektedir. Ancak farklı elementler de bu durumda ciddi rol oynar ki bunlar; arzular, zihin ve bazı başka enerjilerdir. Eğer gerçekten özgürleşmek istiyorsak bu elementleri çok iyi anlamamız ve dinamiklerini idrak etmemiz gerekmektedir. Aksi taktirde gürül gürül akan bir nehire düşmüş bir sonbahar yaprağı gibi savrulur dururuz. Öncelikle beş duyu organını kontrol etmek zihni kontrol etmektir.
Yani eğer bu yazının içinde sihirli bir mantra olduğunu ve üç kere zikredince tüm duyulardan ve arzulardan özgürleştireceğini düşünüyorsanız yazıyı okumayı bırakabilirsiniz. Özgürleşmek ve kendi bağımsızlığını kazanmak özveri isteyen bir süreçtir. Bu sürecin içinde iç gözlem, dürüstlük, derin sorgulama, sabır ve sebat vardır.
Bu mücadeleyi gerçekleşmekte olan bir savaşa benzetirsek, sahip olduğumuz yöntem ve metotları elimizdeki farklı silahlar olarak görebiliriz. Bazı silahlar bazı kişiler için çok kullanışlı olup, bazı kişiler için hiç kullanışlı olmayabilir. Herkesin nitelikleri, pozitif ve negatif yönleri birbirinden farklıdır. En iyi kullanabileceğiniz silahı siz kendiniz seçmelisiniz. Yada ben böyle iyiyim, savaşmayı istemiyorum diyebilirsiniz. O zamanda bu tercihinizin sonucunu deneyimleyeceksinizdir. Fakat şunun farkında olmamız gerekir ki bu, özgürlük mücadelesidir.
Bahagavad Gita'da, Kurukshetra savaş meydanında Krishna'nın Arjuna'ya ; ''Savaş'' demesinin sebebi budur. Savaş meydanında ise ona farklı yoga metotlarının derin bilgisini gösterir. İşte bu yoga metotlarından bir tanesi Karma Yoga'dır. Karma Yoga kişinin yaşamındaki eylemleri , 'Ben' merkezli olmayan bir anlayış ile; bedensel ve dünyasal bir çıkar, bir kazanç gözetmeden, insanlığa ve ilahi olana hizmet amacıyla yerine getirmesidir. Burada konumuz gereği, Karma Yoga'ya duyular perspektifinden bakacak olursak; özellikle bedensel bir çıkar, yani bir arzu gözetmeden eylemi gerçekleştirme hali öne çıkıyor. Duyu objeleriyle bağlantı kurduğumuz kaç sefer gerçekten kişisel bir zevk ve arzu duymadan bunu yapabiliyoruz. Tabi yoga yolunu takip etmeyen dünyevi bir insan için bu ifadeler, yaşamın tüm zevklerinden mahrum kalma, sıkıcı ve monoton bir hayat yaşama anlamına gelebilir. Fakat gerçeğin bununla hiçbir ilgisi olmayıp, bu metotlar dünyevi insan zihnin algılayamayacağı bir mutluluk ve neşe halinin deneyimlenmesini sağlar. Bu neşe ve mutluluk hali sınırlı olan bedensel zevkten değil, ruhun öz yapısından gelir.
Burada kilit rol oynayan şey duygusal , duyusal veya zihinsel olarak bir duyu objesine bağlanmama halidir. Bu dinamikler ile beş duyu organını yöneten kişi her zaman duyu objeleriyle arzu ekseni etrafında ilişki kurup, bunun sonucunda doyumsuzluk, tatminsizlik, bencillik, negatif bağlanma, aç gözlülük gibi birçok durumun etkisi altına girecektir. Bu ise ardından insanlara saygı duymama, toplumun çıkarlarını gözetmeme, çevreye zarar verme, ahlaki görevleri yerine getirememe, kendine fiziksel ve psikolojik olarak zarar verme gibi birçok başka duruma yol açacaktır. Tüm bunlar ise Dharma'dan ayrılmaktır ve sonucu ızdıraptır.
Yani insanların zevk almak için peşinden koştuğu çoğu şey uzun vadede onlara zarar vermektedir. Fakat zihin, kısa vadede elde edeceği kazanıma ve alacağı zevklere bakar. Akıl devreye girip zihnin cehaletine ışık tutmadıkça zihin tercihlerinin etkilerini detaylıca değerlendiremez. İşte tam da bu noktada bir enerjinin varlığını öğrenmek bize kolaylık sağlayacaktır. Bu enerji Rajas'tır. Rajas nedir?
Evrende yaratılmış olan herşey üç enerjinin etkisi altındadır. Bunlara Guna denir. Gunalar üç tiptir: Sattva, Rajas ve Tamas. Biz şu an Rajas'tan bahsedeceğiz çünkü arzular ve duyular ile yoğun olarak ilişkide olan guna Rajas'tır.
Guna'lar geniş ve derin bir konudur. Fakat bir algı oluşturması için kısaca bahsetmek gerekirse, yukarıda bahsettiğim üç gunanın mükemmel denge içinde bulunduğu hale Samyavastha denir. Bu denge halinde yaratım yoktur. Herşey tezahür etmemiş sonsuz potansiyel halinde bulunur. Bu dengenin bozulduğu hale ise Vaishamyavastha denir. Bu halde ise üç guna etkileşime girerek farklı seviyelerden birbirlerine üstünlük sağlarlar. Bazen bir guna diğer ikisine baskın gelirken, bazen iki guna birlikte önplana çıkar. Bunun sonucunda madde, beden, zihin ve süptil bedenler Guna'ların etkisi altına girer. Sattva; iyilik, doğruluk, temizlik, saflık, yapıcılık ile ilişkilidir. Kısacası Dharma ile uyumlu olma halidir. Tamas; hareketsizlik, düzensizlik,uyuşukluk, yok edicilik ile ilişkilidir Rajas ise; hareket , aktivite, eylem,arzu ve tutku ile ilişkilidir. Değişim yaratan dinamizmdir. İşte bu sebepten konumuz dahilinde Rajas hakkında biraz bilgi sahibi olmak önemlidir.
Rajas'ın en önemli etkilerinden biri, eğer kişi mental olarak Rajas etkisi altına girmişse hızlı kararlar alır ve hızlı eylemlerde bulunur. Derin düşünce ve içerisinde bulunulan durumun derin anlayışı yoktur. Seri ve çabuktur.
Saatlerdir aç olan bir kişi yemeğini hazırlarken Rajas etkisi altındadır. Günlerdir aç olan vahşi hayvan avının peşindeyken Rajas kontrolündedir.
Cinsel doyuma ulaşmak isteyen bir kişi karşı cinse yaklaşırken Rajas dominanttır.
On dakika içinde evden çıkmak zorunda olan ve aynı anda bulaşıkları yıkayıp, bir yandan da telefonla konuşan biri yoğun olarak Rajas etkisindedir. Kapitalizmin getirdiği hayat standartlarında topluma baktığınız zaman insanların çoğu genel olarak Rajas kontrolündedir.
İşte Rajas etkisi altında iken kişi arzulara odaklı olur. Elde etmek, edinmek, ulaşmak ana amaçtır. Zihin rajasiktir ve bu halde kişi kolaylıkla mental bedeni ile özdeşleşir. Kendini duyulardan ve arzulardan ayrıştıramaz. Bu yüzden kolaylıkla zihninin ve duyularının kontrolü altına girer.
Bu enerjileri anlamak ve günlük yaşam içinde farketmek bireye onları ayrıştırma ve değiştirme şansı verir.
Mesela ofisinizde bir işi yetiştirme telaşı içindeyseniz ve bu durumda iken ; ''ben bir kahve içeyim'' diyorsanız ( kahve, Rajas dominanttır) ve bunun üzerine bir de 160 metronom bir rock müzik dinlemeye karar verirseniz muhtemelen kontrolden çıkacaksınızdır ve Rajas üzerinizde tamamen kontrol sahibi olacaktır.
İşte bu sebepten içinde bulunulan enerjileri ve baskın olan gunaları farketmek oldukça önemlidir. Aksi halde yüksek derecede dominant hale geçmiş bir Guna'nın etkisinden çıkmak oldukça güç olacak böylece onunla ilişkili olan düşünce ve davranış kalıplarının etkisi altına girilecektir. ( İlerleyen zamanlarda Guna'lar ile ilgili ayrı bir yaz paylaşacağım)
Duyulardan ve arzulardan özgürleşme yolunda farkındalıktan hiç düşmemesi gereken kavramlardan biri Viveka'dır.
Viveka gerçek olan ile gerçek olmayanı, ebedi olan ile geçici olanı, öz olan ile öz olmayanı ayırt etme yetisidir.
Geçici olan, sonu olan hiçbirşey gerçek değildir. Gerçek değildir derken, bu hangi perspektiften baktığımıza göre değişmektedir. Eğer duyusal perspektiften bakar isek önümüzde duran bir dilim pasta gerçektir. Dokunabilirsiniz, tadabilirsiniz ve duyularınız size onun gerçek olduğunu söyler. Yani maddesel düzlemde gerçektir. Fakat başka bir perspektiften bakarsanız gelip geçicidir. Gerçekliği duyular tarafından algılanmaktadır ve ebedi değildir. Ebedi olmayan bir şey ise gerçek olamaz.
Ruhun varlığı ise gerçektir. Ruh her zaman her koşulda her ortamda ilelebet var olandır. Fakat beden değildir. Beden geçici, madde dünyasının koşullarına bağlı ve şartlanmıştır.İşte bu perspektife göre bir şeyin gerçek mutluluk olması için ebedi olması gerekmektedir.Yani içinde yaşadığımız gerçeklik, materyal evren gerçek değil , onun kaynağı olan, heryere nüfus etmiş olan ve her şeye can veren sonsuz Ruh ( Brahman) gerçek olandır.
( Bu konu çeşitli Vedanta düşünce okullarının doğmasına aracı olmuştur. Bu sebepten konumuza bağlı kalmak adına kısa tutmak durumundayım. Fakat ne kadar traji komiktir ki, Vedas'ın binlerce senedir konuştuğu şeyleri, bilim dünyası bu dönemde tartışır hale geliyor ve kuantum fiziği tam da bu gerçek ve gerçek olmama konusunu, maddenin yapısını ve davranışlarını inceleyerek şaşkınlıkla izleyip anlamaya çalışıyor.) İşte bu perspektife göre birşeyin gerçek mutluluk olması için ebedi olması gerekmektedir. Yani gelip geçici olan bir hal ancak madde dünyasının bir ürünü olabilir. Şimdi yukarıda verdiğimiz örnek ile bir canlandırma yapalım. [if !supportLineBreakNewLine] [endif]Önünüzde bir dilim pasta var. Dilinizin, zihninizin en sevdiğinden. Çok mutluluk verici ve bir neşe kaynağı olarak gözüküyor. Zihin için tamamen gerçek, mutluluk verici ve duyular aracılığı ile gerçekliğini birçok farklı yolla ispatlayabiliyor. Dokunabiliyor, tadabiliyor, uzun uzun bakabilip, koklayabiliyor. ( Tabi Rajas dominant olduğu için, çoğu kişinin uzun süre bakabilmesi yada koklayabilmesi zor. Genellikle sahne çatalla dört bir yanından dalıp, ağızda bir lokma eriyik hale geçmeden diğer çatalı almak şeklinde devam ediyor) Fakat özetle zihin için 'Gerçek', ve zihin için ' mutluluk verici'.
Birşeyin gerçek zevk ve mutluluk olması için ebedi olması gerekiyor iken nasıl geçici bir zevk gerçek olabilir.
İlk pasta dilimi ''zevk verici'', ikinci dilim ''fena değil güzel'' idi.. üçüncü dilim ''eh işte biraz ağır gelmeye başladı''. Beşinci dilimle birlikte öğürmeye ve yedinci dilimde kusmaya başlıyorsunuz. Biraz önce en yüksek cazibeye sahip bir mutluluk kaynağı kısa bir süre sonra kustuğunuz ve iğrendiğiniz birşey haline geliyor. Bu mu gerçek olan?
Şehvet dolu bir erkeğe çok çekici gelen güzel bir kadın bedeni, 30 sene sonra erkek için bütün çekiciğini ve güzelliğini yitiriyor. Bu mu gerçek olan?
Size keyif ve mutluluk veren bir uyarıcı madde, birkaç gram aştığınız taktirde sizi öldürüyor. Bu mu gerçek olan? İşte Viveka budur. Gerçek olan ile gerçek olmayanı ayırt edip, ebedi olanı aramak ve onu seçmektir. Bu yolun takip edilmesi özgürlüğü ve ebedi mutluluğu getirir. Arzuların ve kısa vade mutlulukların peşinden koşmak ise duyular aracılığı ile madde dünyası ile ilişki kurup, ızdırap ve acının kaynağına, bitmek tükenmek bilmeyen yaşam ve ölüm döngüsünde ( Samsara) saplanıp kalmaya götürür. Hiç kimse içsel gerçeğini yaşamadan mutlu olamaz. Bu yüzden içeride sahip olduğu gerçeği bulmak ve keşfetmek herkesin birincil amacı olmalıdır.
Akşam kiminle ne yemek yenildiği, kiminle yatağa girildiği, işe hangi arabayla gidildiği ve cüzdanın ne kadar kabarık olduğunun hiçbir önemi yoktur. Tabi eğer hayattaki önceliğiniz gerçeğinizi bulmak ise.
Bir başka değinmek istediğim kavram Samatva'dır.
Samatva; formların, isimlerin, durumların, duyguların, herşeyin ötesindeki gerçeği görebilmek, her şeyin aynı kaynaktan geldiğini ve aynı özü taşıdığının bilincinde olmak, ve bunun sonucunda eşitlik, aynılık ve tarafsızlık halinde kalabilmektir. İçsel olarak deneyimlenen ,birlik bilincinden doğan bir dinginlik halidir. Hoşlanmanın ve hoşlanmamanın, beğenmenin ve beğenmemenin ötesinde; etiketlerin olmadığı aynılığı deneyimleme halidir.Genel olarak herşeyi etiketlemeye çalışırız. ''Güzel, çirkin'' , ''zevk veren, acıveren'', ''iyi ve kötü'' şeklinde vs... Bu dualitenin getirdiği sonuçlardan biridir. İşte bu etiketleme halinde durmaksızın karşımıza çıkan şeyleri; ya elde etmeye çalışırız, ya da reddeder ve kendimizden uzaklaştırmaya çalışırız.
Bu kavramı en güzel örnekleyen hikayelerden birini paylaşmanın çok yerinde olacağını düşünüyorum..
Bir adam bir ağacın altında dinlenmekte imiş. Adam, biraz ileriden bir Sadhu'nun ( kutsal kişi, genellikle sofu olan ermişler için kullanılır.) bölgeye yaklaşmakta olduğunu farkedip onu izlemeye başlamış. Sadhu bir tapınağın önünde durmuş ve mantra zikretmeye başlamış. Sadhu'nun mantrasıyla beraber tüm tapınak titremeye başlamış. Adam gördüğü sahne karşısında şaşkınlıkla ayaklanmış ve hemen Sadhu'ya doğru koşmaya başlamış. Adamın kendisine doğru koşmakta olduğunu gören Sadhu apar topar kaçmaya başlamış. Ancak Sadhu ne hamle yapsa adamı atlatamıyor, adam Sadhu'nun peşini bırakmıyormuş. Uzun bir kovalamacadan sonra sonunda Sadhu durmuş ve sormuş ''Ne istiyorsun?'' Adam büyük bir heyecanla atılmış ve ''Benim Gurum ol! '' Sadhu hızlıca '' Senin Gurun falan olamam beni rahat bırak'' demiş. Adam ısrarla; '' Senin orada ne yaptığını gördüm, Sen kutsal kişisin. Lütfen benim Gurum ol'' diye yanıt vermiş. Sadhu aynı kararlılıkta ''Hayır senin Gurun olamam, şimdi bırak beni'' Fakat Adam ısrarla kararlılığını gösteriyor ve Sadhu'yu bırakmıyormuş. '' Adam; ''Senin orada ne yaptığını gördüm ve ben seni izliyordum. Tüm bunların bir anlamı olmalı, benim bu an'a tanıklık etmemin bir sebebi olmalı. Beni kabul et, lütfen! '' diye eklemiş. Sadhu durmuş adama bakmış ve '' Seni kabul edeceğim ama bir şartla!'' demiş. İleride bir alana gözlerini çevirip '' Şu ileride akmakta olan iki nehri görüyor musun?'' diye sormuş. Adam Sadhu'nun baktığı yere dönmüş ve iki nehri görmüş. Nehirlerden biri berrak ve tertemiz diğerinin ise; bulanık, kahverengi, neredeyse çamur gibi bir suyu varmış. Adam ''Evet, iki nehride görüyorum'' demiş. Sadhu devam etmiş ; '' İşte o iki nehri, aynı nehir olarak gördüğün zaman bana geri gel! O zaman seni kabul edeceğim'' demiş
İşte bu Samatva'dır. Hikayede Sadhu çok derin bir ders vermektedir. Adama karşı acımasız değil, tam tersine Ona çok büyük bir yardım yapmaktadır. Tabiki o Sadhu'dur ve bir bakışta adamın tüm dinamiklerini görebilmektedir. Siyah ve beyaz nehri göstererek ona aslında kendi ve Sadhu arasında, öze bakınca bir fark olmadığını, bu farkı sadece zihnin yarattığını göstermekte ve onu içine bakmaya, kabukları kırmaya, etiketlerin ötesine geçmeye yönlendirmektedir. Ama adamın Samatva'nın bu aşamasını kucaklamaya hazır olmadığını görebildiği için nehir örneği ile adamı yönlendirmekte ve aslen onu tavşan deliğinden aşağı itmektedir.
Yazıyı sonlandırmadan önce duyu organları, duyu objeleri ve arzu üçgeni içerisindeki dinamiği biraz detaylandırmak istiyorum.
Duyu organları, duyu objesi ile ilişkiyi kurduğu an ilk Vritti ( zihinde dalgalanmalara yol açan düşünce girdabı) harekete geçmeye başlar. Zihin uygun bağlantıları kurarak tüm geçmiş deneyimleri bir araya getirir, mevcut verilerle eşleştirmeye başlar ve zihinde arzu objesi belirmeye başlar. Bu durum Kama-Sankalpa'dır. (Arzudan doğan düşünce formu). Duyu organlarının duyu objeleri ile ilişkisinin gitgide yoğunlaşması ve zihnin bilinç ve bilinçaltı ile kurduğu bağlantı sonrası Trishna (Duyu objesi için çok yoğun olarak hissedilen arzu, özlem) haline geçilir. Trishna haliyle birlikte zaten devreye girmiş olan Rajas tamamen dominant hale gelir. Guna'ların dengesinin Rajas dominant olarak değişmesi ile farkındalık iyice kaybolmaya başlar ve zihinden yüksek desibel sesler duyulmaya başlar. İşte bunun sonucunda Buddhi(akıl) devre dışı kalır. Ardından kişi muhakeme yetisinden mahrum kalıp, Manomaya Kosha ( zihin kılıfı ) ve Ahamkara (ego) ile yoğun bir özdeşleşme yaşamaya başlar. Bunun sonucu ise körlük ve arzunun tatmini ile doyuma ulaşma isteğidir. Eğer günlük hayatlarımızı dürüstlük ve samimiyetle incelersek bu dinamiğin tüm yaşantımızın içine işlediğini göreceğiz. İnsanlık olarak arzularımızın kölesi olmuş durumdayız. Önceliklerimizi belirlememiz ve neyi istediğimizin farkında olmamız gerekmektedir. Ne ile özdeşleşiyor olduğumuz, neyin temsili olduğumuz ve neyi hangi motivasyon ile yapıyor olduğumuz çok önemlidir. Eğer doğru bilgi ve doğru silahlar elimizde değilse bu mücadelede savrulup gitme ihtimali oldukça yüksektir. Daha önce sayısız hayatta deneyimlemiş olduğumuz gibi...
Yorumlar