Bilim ve Teknoloji / Devrim - Yozlaşma?
- Arda Koçaş (Kamalanath)
- 21 Kas 2016
- 6 dakikada okunur
Kozmik dansın içerisinde, bilincin ve insanlığın hızlandırılmış evrimini yaşıyoruz. Bilim ve teknoloji her geçen gün algı sınırlarımızın ötesinde sıçramalar yapıp, insanlığın geleceğini şekillendiriyor. Bu süreç içerisinde biz de gelişime ayak uydurmaya çalışıyor, hayatlarımızı ve yaşam şekillerimizi değiştiriyoruz. Ayak uyduramadığımız zaman belirli ölçülerde kolektif yaşamın dışında kalmaya, toplumdan uzaklaşmaya başlıyoruz. Kolektif insan deneyiminin içerisinde yer ve yol alabilmek, bilim ve teknoloji treninin içerisinde olmayı gerektiriyor. Sistem bizi buna zorluyor. İşte bu noktada çok dikkat edilmesi gereken bazı hususlar olduğuna inanıyorum. Teknolojiyi ve bilimi nasıl kullandığımız, insanlığın deneyimsel gerçekliğini belirliyor. Bu yüzden hem kolektif, hem de bireysel olarak üzerimize düşen çeşitli sorumluluklar bulunmaktadır. Şimdi bu konuyu biraz açmak istiyorum.
İçinde yaşadığımız realitede herşey zıtlıklar üzerine kuruludur.
Sıcak ve soğuk, acı ve tatlı, uzak ve yakın, iyi ve kötü; Negatif ve Pozitif ! Bu kutupluluk ilkesidir. Herşey içerisinde kendi zıttını barındırır. Durumlar arasında farkı yaratan şey dereceleridir. Sıcaktan yola çıkarsanız soğuğu bulursunuz. Fakat soğuğa ulaştığınız yeri söyleyemessiniz. Ancak kendi subjektif yorumunuzu getirebilirsiniz. Çünkü ulaştığınız nokta sizin soğuk tanımlamanızı içerir. Mutlak olanı değil. Örnek olarak; soğuk tanımlamasına ulaştığınız yerde, yaşamını sürdüremeyen canlılar vardır. Sebebi ortamın onlar için fazla sıcak olmasıdır. Veya sıcak tanımlamasına vardığınız noktada, yaşamını sürdürmek için daha sıcak bir ortama ihtiyaç duyan canlılar vardır. Yapılan tanımlama görecelidir. Sıcak ve soğuk aynı şeyin farklı dereceleridir.
Bu prensipten yola çıkarak rahatlıkla ifade edilebilir ki; Varolan herşey, bizim motivasyonumuza göre negatif veya pozitif olarak değerlendirilebilir. Durumlar, kavramlar ve olaylar kendi içerisinde negatif veya pozitif olmayıp, bunu belirleyen insanın bakış açısı ve değerlendirme ölçütleridir. Negatif veya pozitif bir deneyimi yaratan mevcut durumun niteliği değil, kişinin tanımlamaları ve yargılarıdır. Bu en basit ve temel evrensel prensiplerden biri olup, birçok kişi için anlaşılması ve uygulanması en güç olanıdır. Çünkü insan; durumlara, olaylara ve kavramlara getirdiği tanımlamalar ile kendi inanç sistemlerini yaratır. Yapısı gereği inanç sistemleri bilinç içerisinde öyle bir şekilde kristalize olur ki, onları değiştirmek bir dağı yerinden oynatmaktan bile daha zor hale gelebilir. Kişi kritalize olmuş bu yoğun enerji alanının içerisine ve çevresine sayısız düşünce ve duygu inşa eder ve bu şekilde kendi gerçekliğini deneyimlemeye başlar, yani kendi realitesini yaratır. Bu inanç sistemlerinin zorlanması veya yok edilmesi, kişinin gerçekliğinin yıkılması anlamına gelir ve bu da hiç hafife alınacak bir olay değildir. Birçok kişinin anlamsız inançlara ve korkulara tutunup, bilinmeyene karşı bu kadar mesafeli olmasının sebebi budur.
Teknoloji ile olan ilişkimiz, tarihin hiçbir sürecinde böyle bir aşamada olmamıştır. İnsan, iş gücüne dayalı işleri artık robotlar ile gerçekleştirmekle kalmıyor; ameliyatları, mühendislik işlerini onlar aracılığı ile yapıyoruz. Adım atmadan dünyanın dört bir yanına bağlanıp sınırsızca işlem gerçekleştirebiliyor, yüz binlerce kilometre uzaktan hükmetme kabiliyetlerini ediniyoruz.
Teknoloji, organlarımızın yerine geçmeye başlamış, komünikasyonumuzu bilgi iletişim teknolojileri ile sağlıyor, biyoteknoloji ile Tanrı sıfatına bürünüp organizmalar üretiyor, nanoteknoloji ile atomik seviyelerin manipülasyon kabiliyetine erişiyoruz. İletişimimizi fiber kablolar ve elektronik iletişim ağları ile sağlıyor, mikro-çipler beynin ve hafızanın işlevlerini devralıyor.
İnsan bilincini yeniden yapılandırıyor olduğumuzun farkında mısınız? Bu yapılanmayı; bilimsel gelişim, teknolojik evrimleşme olarak görüp tanımlayan toplum, tüm bu olanları insanlığın mutlak evrim sürecinin kaçınılmaz bir parçası olarak görüyor ve bunu gelecekteki, ''üstün!'' insan ırkının ilk adımları olduğunu düşünüyor. Peki bu, hiç yerinde olmayan bir tespit, bir varsayım olabilir mi? İnsanlık gerçekleştirebileceği birçok farklı potansiyel sıçrama olasılığından kendine bu yolu seçmiş olabilir mi? Dikkat edilmez ise; bu yol bir sıçrama değil de, insanlığın kendini yok etme süreci olabilir mi? İnsanlığın teknolojik olarak takip ettiği yolu ve gelişmeleri izlediğimiz zaman; doğaya, kendi bedenine ve tüm diğer canlı formlarına verdiği zarara baktığımız zaman bunu açıkça görebiliyoruz. Peki neden bu yolu seçiyoruz ve bu seçtiğimiz yolu nasıl kullanıyoruz? Tüm bilimsel ve teknolojik gelişim, sınırsız kozmik bilincin, insan bilinci tarafından nasıl kullanıldığı ile ilgilidir. Kozmosta sınırsız olasılıklar ve sınırsız bir potansiyel vardır. Fakat insan zihni sınırlıdır. Siz zaten sınırlı olan insan zihnini belirli birşekilde düşünmeye ve odaklanmaya programladığınız zaman, onu keskin bir şekilde yapılandırmış olursunuz. Bu yapılandırma bir nevi doğal filtreleme tekniğidir. Artık kozmostan alabileceğiniz bilgi sınırlandırılmıştır.
Bu sebepten geleneksel eğitim sisteminden çıkan bilim adamları askerlere benzer. Yapılandırılmış düşünce sisteminin dışarısına çıkamazlar. Üstelik bu yapılandırma ve kontrol sadece eğitim sistemi ile sınırlı değildir.
Bilimsel araştırma belirli bir kaynak fon ister. Elinizi kolunuzu sallayarak bir laboratuar açıp, istediğiniz araştırmaları yapamassınız. Hem yasalar buna izin vermez, hem de maddi olarak başka kaynaklardan beslenmeye ihtiyacınız vardır. Bu kaynaklar da kontrol mekanizmasının içerisinden geçer. Eğer siz eğitim sisteminin vahşi dişlerinden sıyrılsanız bile, bu sefer özgün bilimsel yaklaşımınızı ifade edebileceğiniz bir platform bulamassınız. Çünkü size maddi olarak kaynak sağlayacak olan şirketler veya kurumlar ortada yoktur. Sistem kendi düzenini sağlayacak askerlere ihtiyaç duyar. Mantıksal, rasyonel ve analitik yaklaşımı benimser ve bu yaklaşımları onun arzu ettiği alanlarda kullanmanıza izin verir. Siz kendinizi bu sisteme adapte etmediğiniz taktirde, asla geleneksel eğitim sisteminde başarılı olamaz ve sonrasında da kendinize bağımsız bir çalışma ortamı bulamassınız. Bilincin odaklandığı alandan sınırsız bilgi akar. Yani ulaşılabilecek potansiyel bilginin sınırı yoktur. Fakat belirli bir şekilde bakmaya ve belirli çerçeveler ile kendini sınırlandırmış olan zihnin alabileceği bilgi, sadece kendini sınırlandırdığı ölçüde olacaktır. Sınırsız güce sahip bir teleskopunuz olduğunu varsayın. Fakat kullanabileceğiniz mercek aralığı ve inceleyebileceğiniz alan size başkaları tarafından veriliyor. Aksi halde teleskopu kullanmanıza izin verilmiyor. Talimatını aldığınız koordinatları sonsuza kadar inceleyebilir, ve o koordinatlarda sınırsız bilgiyi sahip olabilirsiniz. Peki ya geri kalan evren ne olacak? 1 ve 0' ların hüküm sürdüğü dijital devrim, teknolojinin sadece belirli bir ifade şeklidir. Neden elektro manyetizma ve elektrofizik alanının incelenmesi çok daha öncesinden başlamış olmasına rağmen, hep belirli sınırlar dahilinde tutulmuştur. Neden tüm evrenin ana yapı taşı ve sınırsız enerjinin bulunduğu yerdeki gelişmeler baskılanmış, 1 ve 0' larımız ifade bulmuştur? Neden 1800'lerin sonlarında Tesla ile sınırsız bir realitenin kapıları aralanıp, hemen ardından baskılanıp kontrol ve denetim altına alınmıştır? 30 senelik bir geçmişe sahip olan dijital çağ ise sınır ve engel tanımaz bir hızla ilerlemektedir. Şimdi konumuzu biraz da motivasyona çevirelim. Yani atılan adımın hangi yönde olduğuna değil, varılan noktanın nasıl kullanıldığı konusuna göz atalım. Çünkü kutupluluk ilkesi gereği, herşeyin pozitif ve negatif ifadesi mevcuttur. Önemli olan bizim insanlık olarak hangisini seçiyor olduğumuz ve gelişmeleri nasıl kullanıyor olduğumuzdur. Acaba internet ve bilgi transferi konusunu nasıl kullanıyoruz? İlk olarak askeri ve bilimsel platformlarda bir paylaşım ağı olarak tasarlanmış olan internet bugün hangi noktaya gelmiştir?
İnsanları gerçeklerle buluşturma , ayrışmış olan toplumu tekrar birbirine bağlayabilme potansiyeli bulunan bu gücü biz ziyan edip; kendimizi pazarlama, çevreyi gözetleme, beğenilme arzumuzun tatmini için, kendi sahte benliğimizi şişirmek için mi kullanıyoruz? Zihnin tembelliğinin ve aptallığının esiri olup, ufak penceremizden insanların ne yaptıklarını gözetleyip, etrafın gözündeki '' Ben'' algısının inşasına mı çalışıyoruz? Yoksa doyma hissi nedir bilmeyen bir hayvan gibi sonu gelmeyen arzularımızın tatmini için kullanıp, bize dayatılan sentetik bir realitenin katılımcısı, zevk alıcısı haline mi geliyoruz?
İnsanlığın attığı her yeni adım, bize yeni bir seçim şansı verir. Motor davranış kalıpları ile geçmişteki hataları tekrar edip, amaçsız eylemlerde bulunduğumuz sürece tüm teknolojik gelişmeler, onu kendi çıkarları için kullanmak isteyen kesimlerin manipülasyon malzemesi haline gelmektedir. Her adım insanların özgürlük veya kölelik yolundaki kaderini tayin etmektedir. Fakat maalesef insanların büyük bir kısmı bunun farkında değil ve bir kısmı da bu konuda sorumluluk alma iradesinden yoksun bir şekilde yaşamaktadır. Burada tüm bu gelişmelerin doğru veya yanlış olmasından bahsetmiyorum. Sadece insanlık yararına kullanılabilecek gelişmelerin, yanlış ellerde ve yanlış motivasyonlar ile çok yıkıcı bazı sonuçlara yol açacağından bahsediyorum ki, şu an etrafımıza baktığımız zaman bunun gerçekleşmekte olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Tanrıyı oynamayı seven bir insanlık, bilim adı altında yeni oluşmuş bir din, ve bu görsel şatafat altında uyuşturulmuş insan zihnini dünyanın dört bir yanında gözlemleyebiliyoruz. Yediğimiz besinler artık doğal olmayıp, bedenlerimizde doğaya ait olmayan sayısız biyoteknolojik madde dolaşmaktadır. Nano seviyelerde teknoloji insan sağlığını, bilincini ve özgürlüğünü bu derece tehdit ediyor iken, ilerlemekte olduğumuz yolun sorgulanması herkesin sorumluluğunda olmalıdır. Tüm bu gelişmelerin pozitif olarak kullanımının sağlanması gerekmektedir. Bunun için ise bireysel ölçekten, bilimsel ölçeğe kadar her alanda teknolojiyi nasıl kullandığımızı izlememiz gerekmektedir. İnternetin bireysel kullanımı ile nanoteknolojinin bilim çevrelerinde nasıl kullanıldığı arasında çok büyük farklar yoktur. Bunlar biribirinden ayrı şeyler değillerdir. Bizim minimal ölçekte teknolojiyi nasıl kullandığımız, kolektif olarak dünyanın teknolojiyi nasıl kullandığını etkilemektedir. İnsanlık bilinci teknolojik ağlar ile birbirine bağlanmıştır. Burada ne olduğunu iyi fark etmemiz gerekiyor. Yüz binlerce kilometrelik alana yayılmış insan deneyimi artık ayrı ve bağımsız değildir. Bu gücün pozitif kullanımı insanlığın kaderini belirlemektedir.
Güzellik, estetik, eğlence, seks, mücadele, savaş ve korku kavramları ile ele geçirilmiş bir zihin kaçınılmaz olarak negatif deneyime doğru sürüklenecek ve insanlığın dönüşüm sürecinde acı ve ızdırap içinden geçecektir. Bu kontrol mekanizmasının farkında olmak gereklidir ve tam da şu an gücünü geri alma zamanıdır. Korku ve negativite ile ele geçirilmiş insan zihnini kurtarmak her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu kutupluluğun getireceği sonuç; köleleşmiş ve körleşmiş bir insan, veya kendi gücünü eline almış, toplumu pozitif yönde değiştiren savaşçı bir ruh olarak kendini gösterecektir. O yüzden hangi tarafta olduğumuza karar vermemiz gerekmektedir...
Yorumlar